Bilim iletişimine nereden başlamalıyız?

Prof. Dr. Onur DURSUN / Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü

Bilimin tanımını yapmak hem zor hem de bir o kadar kolay. Her disiplin kendi bakış açısından bilimi tanımlamaya çalışırsa müthiş bir zorluk ve karmaşa yaşanıyor. Çünkü tanımların birçoğu araç/yöntem üzerine temellendiriliyor. Farklı disiplinlerin, veriyi kendine özgü yöntemlerle toplama ve işleme pratikleri bilimin tanımsal farklılıklarına neden olabilmekte. Ama bilimi araç/yöntem üzerinden değil de amaç üzerinden tanımlarsak bir uzlaşı/ortaklık sağlayabiliriz. Bilimi, ‘evrenin, doğanın, canlının anlaşılması, korunması ve geliştirilmesi’ şeklinde tanımlarsak sanıyorum herkesi tatmin edebiliriz.

Peki bilimsel topluluk bilime bu şekilde bir yaklaşım sergiliyor mu? Ortak amaç doğrultusunda hareket edebiliyor mu? Hangi bilim neye hizmet ediyor ya da bilim insanları neye hizmet ettiğinin farkındalar mı? Aslında evet, gayet farkındalar. Farkında olmak güzel, ama farkında olduğumuz şey pek de güzel görünmüyor.



Bu üç tanım bilim iletişiminin özünü ortaya koyuyor. Evet birçok tanımda olduğu gibi bu bilim iletişimi tanımı da oldukça idealist görünüyor. Ama neden olmasın?

Bu türden bir bilim iletişimiyle henüz karşılaşmadık diyemeyiz. İstisna da olsa bu tür bilim iletişimleri mevcut. Ama istisnalar kaideyi bozmuyor. Burada kaideyi bozmamız, istisnayı genel kurala dönüştürmemiz gerekiyor. Bilim ve kamu arasında etkileşime ve katılıma dair bir bilim iletişimi geliştirmemiz gerekiyor. Burada bilim insanları olarak bizlere, bu bağlantıyı sağlayacak iletişim araçlarına kuşkusuz büyük görevler düşüyor. Ama bundan daha önemlisi, bilim insanlarının öncelikle kendi topluluğundaki iletişim sorunlarını çözmesi. Kendi iletişim sorununu çözememiş bir topluluğun bir sonraki evre olan toplumla iletişime geçebilmesi olanaksız değil ama pek sağlıklı görünmüyor.

İçinde bulunduğumuz bilim dünyasında, ki Türkiye’de bu üniversitelere denk gelir, bilim insanları, yan odalarında oturan ve üç aşağı beş yukarı aynı konularla ilgilenen meslektaşlarının neyle meşgul olduklarına bile hakim değil, hatta ilgilenmiyorlar bile. Ortak çalışma kültürü henüz yeterince gelişmemiş. Farklı bakış açılarını bir araya getirme girişimleri Türkiye’deki üniversitelerde emekleme aşamasında. Bunun bilimsel topluluğun temel ama küçük bir iletişim sorunu olduğunu söyleyelim.

Kaynak: İdeogram

Peki yan odada değil de başka bir araştırma biriminde/fakültede vb. yerde çalışan, teknik olarak meslektaşımız olan bilim insanlarının ne yaptığı önemsiz mi ya da bizi hiç mi ilgilendirmiyor? Kuşkusuz ilgilendiriyor. Eğer bilimi ‘evrenin, doğanın, canlının anlaşılması, korunması ve geliştirilmesi’ olarak tanımlıyorsak ve bunu ortak amaç olarak belirliyorsak birbirimizi anlamamız ve ne yaptığımızı bilmemiz gerekiyor. Bir kimyacının yaptığı çalışmanın ayrıntısıyla ilgilenmeyebiliriz ama amacıyla ilgilenmek ve bilmekle yükümlüyüz. Tarihçinin, antropoloğun, biyoloğun, fizikçinin, matematikçinin, iktisatçının, iletişimcinin, sosyoloğun, felsefecinin, teknik bilimcinin, sağlık bilimcisinin vb. araçlarına/yöntemlerine ya da ilgi alanlarının ayrıntılarına hâkim olamayabiliriz ama amacına hâkim olmamız, amacı bilmemiz önemli. İşte bilim iletişimi tartışmaları buradan başlatılmalı. Birbirinden kopmuş, uzaklaşmış, birbirine yabancılaşmış bilimsel bir topluluğun çözmekle yükümlü olduğu öncelikli iletişim sorunu kamu/toplum ile olanı değil kendi topluluğuyla olanıdır.

Bilimsel topluluğun birbirinden kopuşu, 19. yüzyıla kadar uzanır. Snow 1959 yılında verdiği Rede Konferansında düşünce ve bilim alanındaki yarılmayı ele alır. İki Kültür başlıklı kitapta edebi entelektüeller ile bilim insanları arasındaki kopuşu, kültürel farklılıkları nedenleriyle irdeler. Bugün de bu tartışmalar hararetli bir şekilde sosyal ve beşerî bilimler şeklinde devam etmektedir. Alan farklılığı, bilgiye erişme ve bilgiyi işlemedeki yöntem farklılığı ve hizmet edilen kitle farklılığı temel bilimler ile sosyal ve beşerî bilim arasındaki kopuşu belirginleştirmiş ve bu da bilimsel topluluğun mevcut olan ve henüz çözüm bulamadığı iletişim sorununu iyiden iyiye körüklemiştir.

Bilimsel cemaat içerisindeki iletişim kopukluğunu tümüyle bilimsel topluluğa yüklemek elbette doğru değildir. 20. yüzyılda savaş kültürüyle, milliyetçilik hareketleriyle, iktisadi ve siyasi mücadelelerle, teknoloji geliştirmeyle şekillenen bilimsel programın bir sonucu olduğunu belirtmemiz önem taşımaktadır. 1970’ler sonrasında gelişen neo-liberal politikalar da bu bilim anlayışının tuzu biberi olmuştur. Toplumun her alanında rekabeti körükleyen neo-liberal ekonomi politikaları bilim alanına da sirayet etmiştir. Bilimin başarı göstergeleri yeniden şekillenmiş, ‘Teknik olan bilimdir’ şeklinde bir düşüncenin temellenmesiyle sonuçlanmıştır. Bilim insanları, yaptıkları işlerle ‘evrenin, doğanın, canlının anlaşılması, korunması ve geliştirilmesi’ fikrine katkı sunmaktan daha ziyade bilimin kendisine sunacağı katkıyla meşgul olmuştur/olmaktadır. Tüm bunlar bilimi metalaştırmış, bilim, bilim insanlarının güç odaklarıyla bağlantıya geçmesinde bir araca dönüşmüştür. Bu bilim insanı, bilim yoluyla makro yapılara hizmet eden, hizmetini

kısa sürede maddi ve manevi kazanca dönüştürebilen bilimsel programlara yönelmiştir. Bu bilim insanı, bu tutumundan ve elde etmiş olduğu maddi ve manevi kazançtan duyduğu memnuniyetle iletişim içinde olması gereken bilimsel topluluğundan kendisini koparmıştır. Bir zamanlar edebi entelektüeller ve bilim insanları arasındaki makro kopuş, bilimin en mikro alanlarına kadar yansımış, birbirine yakın bilim disiplinlerinde etkinlik gösteren bilim insanları bile birbirini anlayamayacak hale gelmiştir.

Kaynak: İdeogram

Eğer bilim iletişimi diyorsak ve burada temel ayaklardan birisi olarak bilim alanını, bilimsel topluluğu gösteriyorsak, bilim insanları olarak bizler öncelikle kendi içimizdeki iletişim sorunlarını çözmemiz gerekiyor. Kaybolan ortak amacı görünür kılmamız ve bu amaç doğrultusunda bilimi ele almamız önem arz ediyor. Bilim insanları olarak öncelikle birbirimizle iletişimimizi ve etkileşimimizi geliştirmemiz, ne çalıştığımızı, neyi amaçladığımızı genel anlamda anlamamız, sonrasında kamu/toplumla iletişime ve etkileşime geçmemiz gerekiyor. Nasıl ki kendi sorunun çözemeyen insan, başkasının sorununu çözemezse, aynı şekilde kendi içindeki iletişim sorununu çözemeyen bilimsel topluluk da kamuyla/toplumla kurulması gereken iletişimi ve etkileşimi kurmada başarı gösteremez. Farz edelim ki başardı, bu da sağlıklı bir bilim iletişimi olmaz. Şu anda olduğu gibi.

Yazar Hakkında


Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden 2006'da mezun oldu. 2009 yılında Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimini tamamladı. 2012 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalı’nda doktorasını tamamladı. 2016-2022 yılları arasında Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde doçent olarak görev yaptı. 2022 yılından bu yana aynı üniversitede profesör olarak akademik kariyerine devam etmektedir.




TikTok WhatsApp