Günümüzde gerek bilimsel ve teknolojik gelişmelere yönelik ilginin artması, gerekse de bilimsel temelli kamusal meselelerin (iklim değişikliği, COVID 19, deprem vs.) gündemimize girmesiyle bilim iletişimi faaliyetlerinin sayısı ve çeşitliliğinde önemli bir artış gözlemlenmektedir. Geleneksel medyadaki bilim ve teknoloji gazetecilerinin rolü önemli ölçüde gerilerken, dijital medya ve özellikle de sosyal paylaşım platformları bilim iletişimi alanına yeni bir ivme kazandırmıştır. Öte yandan toplumda bilim okuryazarlığının ve bilimsel yurttaşlığın geliştirilmesinin öneminin farkına varan devletler de bilim iletişimi etkinliklerine (bilim ve teknoloji fuarları, bilim merkezleri, festivaller ve kamuya açık dersler vs.) giderek daha fazla kaynak ayırmaktadır.
Kimi kuramcılar ise bilim iletişimine yönelik bu artan ilgiyi, bilimsel organizasyonların patronaj ilişkileri nedeniyle piyasa ekonomisi mantığına giderek daha yoğun biçimde eklemlenmesini tarif eden ve ‘post-akademik bilim’ veya ‘girişimci bilim’ adı verilen olguyla açıklamaktadır. Bu görüşe göre, bilimsel araştırma ve teknolojik yeniliğin finansmanındaki artan rekabet, bilimsel organizasyonları sistematik halkla ilişkiler ve pazarlama stratejilerine yöneltmekte, bu ise kamusal fayda yerine stratejik kurumsal hedefler çerçevesinde üretilmiş abartılı veya çarpıtılmış bilim haberlerinin yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Bu yazının amacı da post akademik bilim olgusunun ‘bilimin kamusal iletişimi’ açısından yarattığı riskleri ele almak ve bu anlamda bilim anlatıcılarının rolüne ışık tutmaktır.
Kaynak: Canva
Özellikle son 40 yılda, küresel ölçekte bilimsel araştırma, ar-ge ve yenilik çalışmalarının finansmanında devletlerin payı oransal olarak azalırken şirketlerin ve sivil toplum kuruluşlarının payında önemli bir artış görülmektedir. Yüksek teknoloji şirketleri, doğaları gereği uzun vadeli ve sonuçları kestirilemez olan ve değer yaratacak aşamaya gelene kadar büyük sermaye yatırımları gerektiren ar-ge süreçlerini fonlamak adına potansiyel yatırımcılarda beklenti yaratmaya odaklanırlar. Böylelikle borsada reel karlılıklarıyla orantılı olmayan, spekülasyon ve beklentiye dayalı piyasa değerlerine ulaşabilirler. Aynı zamanda tüketicileri ikna etmek, marka imajını yükseltmek, kamuoyundan ve karar alıcılardan gelen eleştirileri savuşturmak adına, günümüzde birçok teknoloji şirketinin abartılı vaatler ve gelecek vizyonları içeren incelikli halkla ilişkiler kampanyaları yürüttüğü görülebilmektedir. Mars’ta koloni kurmaktan, yeni üç boyutlu sanal evrenler yaratmaya kadar farklı görünümler alabilen ve genellikle karizmatik CEO’ların başrolde olduğu bu kampanyalarda, vaat edilen teknolojiler ‘büyük atılım’, ‘kopuş’, ‘sıçrama’ gibi ifadelerle ve siyasal, ekonomik, kültürel boyutları olan makro toplumsal sorunların yegâne çözümüymüş gibi sunulur. Bu teknolojilerin yaratabileceği insani ve çevresel risklere ise hiç değinilmez veya çok sınırlı ölçüde ele alınır.
Küresel iklim krizine çözüm olarak sunulan elektrikli otomobil teknolojileri buna örnek olarak verilebilir. Bu tür sunumlarda otomobillerin kullanım sırasında yaydığı emisyonlar dikkate alınırken, üretim süreci boyunca sebep olduğu karbon salınımı, üretim ve hammadde temininde su kaynaklarına, orman ve tarım alanlarına, yerel ekosisteme ve yaşam alanlarına verilen zararlar çoğunlukla göz ardı edilir. Öte yandan spesifik teknolojiler yardımıyla iklim krizi denen çok boyutlu ve küresel sorunların çözümlenebileceği inancının yaygınlaştırılması, bireysel otomobil sahipliği de dahil olmak üzere neoliberal kapitalizmin mevcut üretim ve tüketim tarzını radikal biçimde gözden geçirme gerekliliğini gizleyen bir ideoloji işlevi görür. Facebook CEO’su Mark Zukerberg tarafından geçtiğimiz yıllarda şatafatlı bir PR kampanyasıyla kamuoyuna sunulan Metaverse vizyonu da Silikon Vadisi imgesi üzerinden cisimleşen yüksek teknoloji endüstrisinin temelsiz vaatlerine bir diğer örnektir. ‘Bağlantılı bir dünya’ ve ‘bireyi güçlendirme’ gibi sloganlarla öne sürülen bu teknolojilerin yol açabileceği zararların, veri güvenliği ve mahremiyet ihlallerinin ya da dijital eşitsizliklerin nasıl üstesinden gelinebileceğinden bahsedilmemektedir. Öte yandan vaat edilen bu üç boyutlu sanal evren fikrinin, gerçekleştirilmesi için gerekli küresel veri aktarım kapasitesine, yazılım ve donanımsal altyapıya erişilmesine henüz on yıllar varken ortaya atılması, bunun şirketin veri güvenliği ihlalleri nedeniyle bozulan imajını düzeltmeye dönük bir yeniden markalaşma çalışması olduğunu düşündürmektedir.
Yalnızca özel teşebbüse dayanan teknoloji şirketleri değil, aynı zamanda devlete bağlı üniversiteler ve araştırma merkezleri de bilimsel ve teknolojik süreçleri stratejik kurumsal hedefleri çerçevesinde topluma aktarmakta; halkla ilişkiler, reklam, pazarlama, lobicilik ve markalaşma gibi faaliyetlere yoğun kaynak aktarmaktadır. Neoliberal politikaların bir sonucu olarak, devletlerin araştırma fonlarında kısıtlamaya gitmesi, yükseköğretim alanının özelleşmesi, üniversite yönetiminin esnekleştirilerek piyasa müdahalesine açık hale gelmesi gibi süreçler bu açıdan belirleyicidir. Üniversiteler ve araştırma merkezleri, araştırma fonlarını arttırmak, mevcut fonların devamlılığını sağlamak, fazla sayıda ve nitelikli öğrenci çekmek, araştırma sahalarına yönelik toplum desteği sağlamak ve sıralamalarda öne çıkmak adına giriştikleri rekabette medya ve toplumla etkileşime giderek daha fazla önem vermektedir. Bu amaçla üniversiteler ve araştırma merkezleri bünyelerinde uzman iletişim personelleri istihdam ettikleri kurumsal iletişim ve halkla ilişkiler birimleri oluşturmakta, araştırmacılarını medyada görünür olmaları yönünde teşvik etmektedir. Söz konusu birimler aracılığıyla, bilimsel organizasyonlar medya ilişkilerini yönetmekte ve temel ürünleri olarak araştırma çıktılarını tanıtımına ağırlık vermektedirler.
Kaynak: Canva
Post akademik bilim olarak adlandırılan ve bilimsel üretimin piyasalaşmasına bağlı etkilerin dışında, devlete bağlı bilimsel organizasyonlar, uluslararası jeopolitik mücadelelerde rakip ülkelere karşı bilimsel ve teknolojik üstünlüğü vurgulamak ve ulusal gururu beslemek için de abartılı ve çarpıtılmış bilim haberlerini destekleyebilirler. Özellikle yapay zekâ, çip üretimi, uzay çalışmaları, nükleer teknolojiler, savaş teknolojileri vs. gibi stratejik alanlarda bu eğilimi ortaya koyan pek çok güncel örnek ve araştırmaya rastlamak mümkündür.
Bu tür tanıtım çabaları, kimi yorumcular tarafından toplumda bilimsel gelişmelere ilgi uyandırması ve bilimsel süreçlere halkın katılımını arttırması bakımından olumlu karşılansa da aksi yönde görüşler de vardır. Buna göre, sistematik halkla ilişkiler çabaları temelinde gelişen bilim iletişimi, kısa vadede kamuoyunun bilime olan merakını veya medyadaki bilim temsillerini arttırsa da uzun vadede toplumda bilimin, bilim insanlarının ve bilimsel organizasyonların itibarını olumsuz etkilemekte, artan merak kısa zamanda hayal kırıklığına ve ilgisizliğe dönüşebilmektedir. Öte yandan medya, siyaset ve ekonominin mantığının bilimsel üretim süreçlerine daha dolaysız şekilde sirayet etmesine ve bilimsel üretimin özerkliğinin sorgulanmasına yol açabilir. Oluşan güvensizlik ortamı ise kaçınılmaz olarak, pandemi sürecinde de hepten ayyuka çıkan bilimle ilişkili popülizmi ve komploculuğu besleyecektir.
Bilimin kamusal iletişimi kavramı çerçevesine üç temel normatif özellikten bahsedebiliriz; Bunlardan ilki, bilim insanları ve bilimsel kurumlar ile uzman olmayan toplum kesimleri arasındaki iletişimsel ve etkileşimsel süreçlerin ‘kamusal fayda’ temelinde şekillenmesidir. Söz konusu iletişimsel süreçlerden bilimsel ve teknolojik çıktılar üreten organizasyonların da fayda sağlaması önemli olsa da ana odak noktamız kurumsal ve özel çıkarlardan ziyade halkın yararı olmalıdır. İkinci olarak, bilimin kamusal iletişimi bilimsel ve teknolojik süreçlerin sıradan halkın diline tercüme edilmesinin ötesine geçerek, günümüzde gündelik sağduyuyla anlaşılamayacak ölçüde profesyonelleşen ve uzmanlaşan bilimin ve bilimsel süreçlerin yeniden kamusal tartışmaların konusu haline getirilmesini de içermek zorundadır. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gündelik hayatımızdan, ekonomik, siyasal ve kültürel ilişkilerimize kadar her alanı güçlü ve doğrudan bir şekilde etkilediği günümüzde bu husus oldukça önemlidir. Bununla bağlantılı olarak, üçüncü nitelik çift yönlü iletişimdir. Bu bağlamda bilimin kamusal iletişimi, bilimden topluma doğru tek yönlü olarak bilgi aktarımının ötesine geçen, toplumun kendi çıkarları, öncelikleri, etik ve kültürel kaygıları çerçevesinde bilimsel ve teknolojik üretim süreçlerine katılabildiği karşılıklı müzakere ortamlarının yaratımını öncelemelidir.
Kaynak: Canva
Anlattığımız nitelikler bağlamında, toplum ile bilim arasında bir aracı konumunu üstlenen bilim anlatıcısının misyonuna ve dikkat etmesi gereken bazı hususlara değinmek gerekir. Öncelikle post akademik bilim çağında bilim anlatıcılığı eleştirel olmalıdır. Bilim anlatıcıları belirli bir akademik üretimin veya teknolojinin sadece bilim dünyası açısından değil, tüm toplumsal yaşama evrenimiz açısından (siyasi, ekonomik, kültürel, ahlaki, hukuksal, ekolojik vs.) anlamlarını bir bütün olarak ve eleştirel biçimde sorgulayabilmelidir. Ürettiği içeriklerde bilimin farklı alanlarından uzmanların yanı sıra, bütün bu bilim dışı sahalardan aktörlerin bakış açılarına da yer vermelidir. Öte yandan bu tür bilim mecraları, dijital medyanın etkileşimli yapısından da yararlanarak, kullanıcıların kendi sorgulamalarını yapabilecekleri, geri bildirim üretebilecekleri, tartışabilecekleri, bilim insanları ve bilimsel kuruluşlarla bilgi paylaşımında bulunabilecekleri birer platform vazifesi üstlenebilirler.
Eleştirelliğin bir diğer boyutu ise güçlü bir teyit mekanizması işletmek ve bilgi kaynaklarını olabildiğince çeşitlendirmektir. Günümüz bilim anlatıcılığında maalesef ki bilimsel araştırma ve teknoloji üreten şirket ve organizasyonların halkla ilişkiler ofisleri tarafından hazırlanmış basın duyurularının çok az değişiklikle yayına alınması şeklindeki uygulamalar yaygındır. Bu durum popüler bilim içeriklerini, belirli teknolojilerin veya yeni tıbbi yöntemlerin tanıtıldığı birer reklam içeriğine dönüştürebilmektedir. Bilim anlatıcıları bu türden basın duyurularındaki iddia ve vaatlerin gerçekçi olup olmadığını ve yaygın bilimsel konsensüsle ne düzeyde örtüştüğünü ilgili bilim sahasına ilişkin literatürü gözden geçirerek teyit etmelidir. Ancak basın kuruluşları ve popüler bilim mecraları, geleneksel ve dijital medyanın hızlı ve sürekli içerik üretimini dayatan yapısına bağlı olarak ya da yeterli kaynağa ve personele sahip olmadıklarından çoğunlukla bu tür basın bültenlerine bel bağlamaktadır. Bunun sonucunda özel çıkarlar popüler bilim içeriğine doğrudan sirayet etmektedir. Dolayısıyla bilim anlatıcıları haber kaynaklarını çeşitlendirmeli, akademik ver tabanlarına erişmek, bunlar üzerinden arama yapmak, doğrudan akademik kaynakları okumak ve nitelikli yayınları ayırt etmek konusunda kendisini yetkinleştirmelidir. Söz konusu zorluklara karşın günümüzde dijital ve yapay zekâ temelli uygulamalar bilim anlatıcılarının işini kolaylaştıracak araçlar sunabilmektedir.
Bunların hepsinden daha önemlisi, bilim anlatıcısının günümüze özgü yeni bir dil ve üslup bulması gerekmektedir; Bugün ihtiyacımız olan, popülizme meyletmeden halkın bilime katılımını teşvik eden, komploculuk ve bilim karşıtlığıyla mücadele ederken bilimsel ve teknolojik gelişmelerle ilgili bilgilenmiş eleştiri ve sorgulamaların önünü açan, üsttenci ve buyurgan olmadan ya da teknokratik idealizme saplanmadan bilimsel alanın özerkliğini ve kültürel otoritesini destekleyen, aynı zamanda ilgi çekici ve sempatik bir üsluptur.
Marmara Üniversitesi'nde 'Televizyon ve Sinema' bölümünde lisans eğitimini 2010'da tamamladıktan sonra, 'İletişim Bilimleri' alanında yüksek lisans yaptı. 2012'de Galatasaray Üniversitesi'nde 'Medya ve İletişim Çalışmaları' doktorasına başladı ve 2017'de tamamladı. İstanbul Aydın Üniversitesi İletişim Fakültesi 'Televizyon Haberciliği ve Programcılığı' bölümünde 2018 yılından bu yana görev yapmaktadır. Akademik çalışmaları Bilim iletişimi, siyasal iletişim ve sinema gibi alanlarda yoğunlaşmıştır. Editörlüğünü yaptığı, “Bilim İletişimi: Aktörler, Mecralar ve Sorunlar” başlıklı kitabın yanında, TÜBİTAK desteğiyle ‘Toplumun Bilime Katılımı Bağlamında Üniversitelerin Kurumsal İletişim Çalışmaları’ başlıklı projeyi yürütmüştür. Ayrıca bilim, teknoloji ve toplum teması çerçevesinde yayımladığı akademik çalışmalar bulunmaktadır.